
Kahve Molası’nda, 1960’ların ortalarında Kapalıçarşı’nın çevresindeki sokaklarda sıralanan ikinci el kitapçıları, sahafları gezen; Yeni Cami’nin civarında çay içip tavla oynayan, Haliç’te balıkçıları ve tekneleri seyreden ABD’li aktivist ve yazar James Baldwin’den bahsetmek istedik.
Gümüşsuyu, Asmalımescit, Robert Kolej ve çevresi, Baldwin’in uğrak yerleri olmuş zamanla. Peki Baldwin İstanbul’la nasıl tanışmış?
Romanlarıyla Amerika’nın siyahilere ve diğer kimliklere karşı ırkçı tutumunu eleştiren James Baldwin, en yakın arkadaşı da intihar edince ülkesini terk etmiş. Bu acı kayıp kendisi derinden etkilemiş ve kendi ifadesiyle “hayatta kalmak için” 1948’de, cebinde sadece 40 dolarla evden ayrılmış. New York’tan Paris’e gitmiş, 13 yıl sonra da İstanbul’a ayak basmış.
ABD’de tanıştığı ve dost olduğu Engin Cezzar’ın Taksim’deki evine gelen Baldwin’i Cezzar, elinde yıpranmış bir bavul, gözleri yorgun, yüzü süzgün görünce şaşırmış. Şaşkınlığını üstünden atar atmaz onu “Evine hoş geldin Jimmy,” diye karşılamış.
Duygusal çöküş içinde olan Baldwin, Engin Cezzar ve Gülriz Sururi’nin desteğiyle yeniden kendini bulmuş ve Bir Başka Ülke adlı romanını İstanbul’da tamamlamış.
İstanbul’a hayran kalan ve bir süre sonra Taksim’deki evden ayrılıp kendine ev tutan ve yaklaşık 10 yıl İstanbul’da yaşayan Baldwin, Bundan Sonrası Ateş ve Sokağın Dili Olsa isimli romanlarını yazmış.
Baldwin, kırmızı ahşap ev olarak da bilinen Osmanlı dönemi aydın ve devlet adamı Ahmed Vefik Paşa’ya ait yalıda yaşamış ve Boğaz’ın tutkunu. Ayrıca Marlon Brando’yu 1966’da burada ağırladığı biliniyor.
1987’de yaşamını yitiren Baldwin, 2017 İstanbul Film Festivali’nde gösterilen I Am Not Your Negro (Ben Senin Zencin Değilim) belgeseliyle çok sevdiği İstanbul’a 50 yıl sonra beyaz perde aracılığıyla bir kez daha konuk olmuştu.